Galip Erdem Sözleri
Galip Erdem’in Devlet gazetesindeki yazılarından ve Türk Kimdir, Türklük Nedir?, Milliyetçilik ve Sosyalizm Üzerine Mektuplar, Suçlamalar, Sağcılık-Faşizm, Irkçılık, Ülkücünün Çilesi kitaplarından alıntılar derledik. İyi okumalar.
Galip Erdem Alıntıları
Rahat bir ömür sürmenin en kestirme yolu cahilliktir.
Türkçülük ülküsü, teba ve din birliğinin yalnız başına artık önem taşımadığını, millet birliğinin diğer bütün değerlerin üstüne çıkarıldığını görmekten, yaşamaktan ve denemekten doğmuştur.
Biz yeryüzündeki bütün Türklerin tek bir millet olduklarına inanıyoruz. Canımız öyle istediği için değil, millet adını verdiğimiz içtimaî birliklerin yapısı öyle emrettiği için.
Çünkü okumayı, düşünmeyi, hakikati araştırmayı ve en fenası, birbirimizi sevmeyi bilmiyoruz.
Özlediğimiz huzurlu havaya kavuşmamız için, evvela küfür etmeyi marifet sayanların susması, sonra da doğru düşünmeye çalışmanın bir itiyat haline gelmesi lazımdır.
Saniyelere bağlı tesadüflerin oyuncağız.
Düşmandan övgü beklemek, akılsızlığın tâ kendisidir.
Türk Milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir. Başlıca; dil tarih ve kültür anlayışına bağlıdır. Yalnız böyle bir hükümden, milletimizin meydana geliş çağındaki ırki mayamızı ve hele, soy birliğini küçümsediğimiz bir manâ asla çıkartılmamalıdır.
Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarını yitirmekten kurtulamazlar.
Medeniyetçe ilerlemenin kıyafete de tesiri olabilir, ama kıyafet değiştirmek sureti ile medenileşmiş bir cemiyet yoktur.
Milliyetçi Türk gençlerinin romancısı Peyami Safa’dır, Nihâl Atsız’dır, Cengiz Dağcı’dır, Tarık Buğra’dır ve Emine Işınsu’dur.
Türk’ün varlık davası dışında kalan meseleler yüzünden – bugünkü gibi- sonunda uzlaşmak zorunda kalacağınız kuvvetlerle karşı karşıya gelmeyin.
Fikir ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesine izin verilmez! Milletin varlığını kıyamete değin sürdürmek ülküsü, cümle hakların üstünde kutsal bir vazifedir.
Bu gazetede belki inandıklarımın hepsini yazamayacağım ama inanmadıklarımı asla yazmayacağım.
Ama biz, şu veya bu şahsın hükümlerinden korkmuyoruz.İnanıyoruz ki, beşeri mahkemelerin en âdili dahi, ilahi mahkemenin vereceği hükmün yanında sözü edilmeye değmeyecek kadar önemsizdir.
Batı medeniyetine üstünlük kazandıran vasfın iki kere ikinin dört ettiğini bulmasında değil, dört etmeyebileceğinin araştırılmasına da izin vermesinde olduğunu anlayamadığımız müddetçe kaderimiz değişmeyecektir.
Türk soyunun «Her yıl Batı’ya doğru» koşması eğer daha önce değilse, Hunlar çağında başlamıştır ve bütün bir tarih boyunca, İkinci Viyana dönüşüne kadar hiç bitmemiştir. Onbirinci yüzyılda Selçuk Oğullarının buyruğunda toplanan Oğuzlar, yine Batıya akın etmektedirler. Başka bir yöne gitmeleri zaten çok güçtü, hem de yanlıştı. Doğu cihetini Karahanlılar bekliyordu, Güney yollarını da Gazneliler kesmişlerdi.
Kerem buyurun, nutuk atma çağı artık kapansın, lütfedin, düşünme çağı başlasın.
Bence, tek bir Türk’ün haksız yere dökülecek kanı, demokrasi adına yazılmış bütün kitaplardan daha değerlidir.
Çünkü Atsız, günümüzün faziletsizliğinden, ölçüsüzlüğünden öylesine tiksinmiştir ki, bedeni ölü bu dünyada, ruhu ile bir başka âlemde yaşar. Oğuz Han’ın, Bilge Kağan’ın, Oruç Reis’in, Kürşad’ın, Fatih’in ve diğer sevdiklerinin yanındadır.
Aslında her insan, -düşman olmasını gerektiren özel bir sebeb yoksa- doğduğu, büyüdüğü, unutulmaz hatıralarla bağlandığı milletini sever. Bu sevgi çok tabii bir duygudur; sökülüp atılması güçtür.
Haddini bilenlerdeniz. Yükseklerde gözümüz yoktur. Şu garip memleketin dertleri üzerine düşünülsün, şu masum milletin hakkı çiğnenmesin, yeter. Fazlasını istemiyoruz.
Biz,Türk milletini gerçekten sevenlerin,birbirlerini de sevmeğe mecbur olduklarını anlatmağa çalışıyoruz.
Milliyetçilik,yalnızca vatandaşlık şuurundan ibaret değildir.Milliyetçilik siyasi sınırların dışında kalan soydaşları da kavrayan bir şuurdur.Bunun Türkiye’deki en açık delili Kıbrıs Türklerine karşı duyulan ilgidir.Bu ilgi yarın Sovyetler’deki Türklere de yönelecektir.
Türk milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir. Başlıca dil, tarih ve kültür anlayışına bağlıdır.
Şeyhlerin bir kısmı kendiliğinden uçar, ama pek çoğunu müritleri uçurur.
Tarih, hiçbir şey kaybetmeyeyim derken her şeyi kaybedenleri çok görmüştür.
Kanun, küçük sineklerin takılıp kaldığı, büyük sineklerin de kolayca delip geçtiği bir örümcek ağıdır.
Nefsinizle bir muhasebe yapmağa cesaret edebilir misiniz?
Düşmanlıkları Türklük sevgimizedir.
Ah o herkese benzemek hırsı yok mu, insanı kendi kendine benzemekten alıkoyar.
İnsan vardır, kendini dünyanın mihveri sanır; insan vardır, kendini aşan bir büyük gayenin vasıtası olduğuna inanır.
Vatansız bir adam dört kelimeyi yan yana getirdi mi, bir numaralı vatanperver kesiliyor! Korkaklar cesur, ahlâksızlar ahlâklı oluyor! İşin en acı tarafı, yüzyıllardan beri devam eden bu oyunun ne zaman biteceğini de kimse bilemiyor!
Sayısız denemelerle anlaşılmıştır ki, bir milletin bütün fertlerini aynı şekilde düşündürmek asla mümkün değildir. Fikir ayrılıklarına, sadece münakaşa etmek hakkı tanınır. Hiç kimse, kendisiden ayrı bir görüşe inandığı için bir başkasının yaşamak hakkını tehdit edemez. Yeter ki, değişik fikirler arasında milletin varlığına kasdedenler bulunmasın.
Milliyetçilik; en geniş manâda bir dünya görüşü, daha dar bir mânâda ideolojidir. Bir insanın milliyetçi olması için başka bir dünya görüşüne ve ideolojiye bağlanmaması şarttır.
Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte birleşmeğe de mecburlardır. Aksi takdirde millet sevgileri, kimsenin inanmıyacağı boş bir laftan ibaret kalır.
Milliyetçiliği zararlı sayan ve millet birliklerinin ortadan kaldırılmasını isteyen ideolojiler bile; kitaptan hayata, nazariyeden uygulamaya geçilince, başarısız kalmış; millet sevgisinin büyük gücüne yenilmişlerdir.
Yenilmemenin tek sırrı vardır: Nefsini yenmek! Ama nefsini yenmek, söylendiği kadar kolay bir iş değildir. Nefsini yenebilen bir yiğit, bütün dünyayı yenmiş sayılır.
Bırakın birbirleriyle çekişenleri, aynı mefkûreye bağlandıklarına inananlar bile, birbirlerine öylesine uzak ki…
Tarihe bakınız, artık yalnız adlarını hatırladığımız milletleri düşününüz. Hepsinin içlerinden yıkıldığını, önce birbirleriyle dövüşmeye başladıklarını, nihayet düşmanlarına yem olduklarını göreceksiniz. Buna karşılık, bugün izahında bile güçlük çektiğimiz büyük başarıların sahipleri, diğer üstünlüklerinden daha çok, birbirlerini sevmenin muhteşem gücünden yararlanmışlardır.
Batının, ilim zihniyeti, maddî medeniyeti ve teknik gelişmesinin dışında kalan yönlerine de hayranlıkla bağlı bulunan, milletimizi kendi ölçülerine göre yeniden eğitmeye uğraşan siyasetçiler, komünizme karşı çıksalar da Türk milliyetçilerinin hedefi sayılacaklardır.
Vatanın çok sevilen bir varlık olmasına, hattâ kutsal sayılmasına kimsenin bir itirazı yoktur. İnsan, vatanı için en değerli varlığını verir, hayatını feda eder. Vatan uğruna dövüşülür, ölünür. Vatan toprakları, atalarımızın, şehitlerimizin, değeri saydığımız ne varsa hemen hepsinin yattığı yerdir. Mehmet Akif’in söyleyişini dinleyin, nasıl güzel, nasıl içten : «Evliya yurdu bu toprak, şüheda yurdu bu yer – bir yıkık türbenin üstüne Mevlâ titrer».
Esir Türklerle ilgilenmenin tek yolu bazı aptalların sandığı gibi, sömürgeci kuvvetlerle savaşmak değildir. Çağımız dünyasında hak aramanın başka yolları da vardır. Sadece birleşmiş Milletler Anayasası ve İnsan Hakları Beyannamesi hükümlerinin uygulanmasına çalışmak bile büyük bir hizmettir. Günümüzde hiç bir kanun bir devlete, vatandaşını ezmek yetki¬sini vermemiştir. Esir milletdaşlarımızın acılarını paylaşmak, şikâyetlerinin duyurulmasına aracı olmak hepimizin boynuna borçtur. Ayrı¬ca böyle bir çalışma, insanlığın tam bir barış dönemine geçmesi gerçekten isteniyorsa, son derece faydalıdır. Alp Arslan Başbuğ’un tutumunda ve sözlerinde bizler için çok ibret vardır. Ne buyurmuştu: «Biz temiz Müslümanlarız. Bid’ad bilmeyiz. Allah bu yüzden halis Türk’leri aziz kıldı!” Soy şuuru ve iman derinliğindeki emsalsiz birliği öğreten bu dersi niçin unutmuşuz ve 900 yıl sonra, niçin halâ Türk-İslâmlık münakaşası yapıyoruz? Hangimiz Alp Arslan’dan daha iyi Türk; hangimiz Alp Arslan’dan daha hayırlı bir Müslümanız?